1- ELVİS (2022)
Film, Elvis Presley’in menajeri Albay Tom Parker ile olan ilişkilerine odaklanıyor. Kariyerinin ilk dönemindeki Elvis’i önce onun gözünden görüyor, onunla birlikte keşfediyoruz. Albay, anlatıcı ve filmin antagonisti olarak öykünün tüm kritik noktalarında çıkıyor karşımıza. Ama asıl önemli olan, Albay’ın Elvis’in karşısında temsil ettiği değerler… Albay, sadece ticaret ve kapitalizmin çirkin yüzünü temsil etmiyor. Maddi açıdan Elvis’i sömürmesinin yanı sıra asıl olarak Elvis’in, yobaz ve ırkçı Amerika’ya boyun eğip itaat etmesi için çaba gösteriyor. Yönetmen Baz Luhrmann’ın vurgulamaya çalıştığı nokta, bu çabanın Elvis’in müziğinin özüyle, ruhuyla çelişmesi… Öyle ki, Albay ve onun zehirli itaatkarlığı, Elvis’i içten içe yiyip bitiren, tüm kariyerini etkileyen trajik bir sürece dönüşüyor. Luhrmann tüm filmi Elvis’in itaat ile karşı çıkış arasındaki gidiş gelişleri üzerine kuruyor. Elvis’in sahnede şarkı söyleme tutkusunu da çok iyi anlatıyor. Hatta filmini bu tutku üzerine kurduğu dahi söylenebilir. Montaj ilk sahnelerden itibaren baş döndürücü bir tempoya sahip.
2- ROCKETMAN (2019)
Elton John’un bizzat müdahil olduğu bir Elton John biyografisi… Film, çocukluk ve ilk gençlik acılarıyla başlıyor. Elton John’un gençlik yıllarında şöhretle baş edememesinin, alkol ve uyuşturucu batağına saplanmasının en önemli nedeni, anne baba sevgisini tam anlamıyla yaşayamamış olması… “Rocketman”, bir “Elton John güzellemesi”… Yönetmen Dexter Fletcher, klasik müzikal türüyle video klip estetiğini ikibinli yılların sinemasıyla bir araya getirirken teknik olarak çok iyi iş çıkarıyor. Sahneler adeta su gibi akıp giderken film, bir noktadan sonra uzun bir video klipe dönüşüyor. Filmdeki 22 Elton John şarkısının çoğu, klasik müzikal formuna uygun şekilde, ana karakterin ruh halini yansıtma amacıyla hikâyenin bir parçası gibi yer alıyor.
3- BOHEMIAN RHAPSODY (2018)
Queen grubunun kuruluşunu, ilk konserlerini ve albümlerini, Freddie Mercury’nin (Rami Malek) gözünden anlatarak başlayan film, ayağını gazdan hiç kesmeden hızla ilerliyor. Durup nefes aldığımız, düşünebildiğimiz anların sayısı çok değil. Düşünmeye de ihtiyaç duymuyoruz zaten; grubun başarıya ulaşma hikâyesini seyretmek yeterince eğlenceli ve hoş. Freddie Mercury’nin sahneye çıktığı ilk andan itibaren grubu alıp götürmesini, sahnedeki o müthiş özgüvenini ilgiyle izliyorsunuz. Filmin rock müziğinin ruhuna uygun, video klipleri hatırlatan, biçimci bir anlatım dili var. Çekimlerin bitmesine 16 gün kala “devamsızlık ve Rami Malek’e saygısız davranış gerekçesiyle” kovulduğu öne sürülen yönetmen Bryan Singer ve onun yerine gelen Dexter Fletcher, filmin görsel atmosferini, ritmini profesyonelce oluşturuyorlar. Ellerindeki müthiş soundtrack’i, yani Queen’in müziğini kullanarak sinemasal açıdan cazip bir sonuca ulaşıyorlar. Filmin en önemli artılarından biri kuşkusuz Rami Malek’in performansı. Malek, duyarlı yorumuyla senaryonun eksiklerini kapatıyor, filme derinlik katıyor.
4- ŞARKINI SÖYLE (2016)
(Sing)
İngiliz yönetmen Garth Jennings’in yazıp yönettiği film, insanlar gibi konuşan ve iki ayakları üzerinde yürüyen hayvanların yaşadığı hayali bir dünyada geçiyor. Müzikal tutkunu koala Buster Moon, ödeyemediği borçları nedeniyle kaybetmek üzere olduğu tiyatro salonunu kurtarmak için müzik yarışması düzenliyor. İşler çok yoluna gitmese de Buster Moon’un hayalci iyimserliği ve yarışmacıların tutkuları her şeyi değiştiriyor. Filmin güzelliği antropomorfik hayvanların şirinliğinden, her biri kendi başına popüler müzik parodisi haline gelen şarkılardan geliyor. Beğenmeyen, önemsemeyen eleştirmenler de var ama “Şarkını Söyle” iyi vakit geçirebileceğiniz, seyrederken kendinizi iyi hissedeceğiniz eğlenceli bir film. İlkinden 6 yıl sonra karşımıza gelen “Şarkını Söyle 2” (Sing 2) için de aynısını söyleyebilirim. Ama özellikle hikayesinin ilki kadar iyi olduğunu söylemek zor.
5- MÜKEMMEL UYUM (2012)
(Pitch Perfect)
Bilgisayarında kendi müziğini yapan asosyal Beca (Anna Kendrick) üniversitedeki ilk yılında babasının zorlaması ve yeni tanıştığı Chloe’nin (Brittany Snow) ısrarıyla kızlardan oluşan bir akapella grubuna girer. Daha ilk andan grubun lideri Aubrey (Anna Camp) tarafından dayatılan demode müzik anlayışından hoşlanmaz. Aslında Chloe ve Amy (Rebel Wilson) dahil grubun tüm üyeleri yeni arayışlara ve daha çağdaş ritimlere açıktır ama Aubrey’nin direncini kırmak zordur. Beca’nın da “takım oyunu” ve grubu ciddiye alma konusunda eksiklikleri vardır… Jason Moore’un yönettiği, Mickey Rapkin’in kitabından uyarlanan “Pitch Perfect”, akapella şarkılarıyla öne çıkan, kız dayanışması üzerine eğlenceli ve duygusal bir film… 2015 ve 2017’de iki devam filmi daha çekilmişti.
6- MAMMA MIA! (2008)
Catherine Johnson’un kendi yazdığı aynı adlı sahne prodüksiyonundan sinemaya uyarladığı film, hikâyesini ABBA grubunun unutulmaz hit şarkılarıyla anlatan bir müzikal… Ege’deki bir Yunan adasında geçen filmde Sophie (Amanda Seyfried) düğününden önce heyecan içindedir. Annesi Donna’dan (Meryl Streep) habersiz olarak adaya davet ettiği üç erkekten birinin babası olduğuna emindir. Pierce Brosnan, Colin Firth ve Stellan Skarsgard’ın canlandırdığı üç baba adayının adaya gelmesiyle her şey daha da eğlenceli, duygusal ve komik bir hal alır. Phyllida Lloyd’un yönettiği film, nostaljik ABBA şarkıları eşliğinde seyredebileceğiniz son derece hafif, ‘şurup şeker’ bir müzikal…
7- ACROSS THE UNIVERSE (2007)
Eleştirmenlerin çoğu “Across the Universe”i pek ciddiye almaz ama herhangi bir yerde karşınıza çıktığında, seyretmeye karşı koymanız zordur. Beatles’ın şarkıları ve görüntüler sizi alır götürür… “Across the Universe”, 1966’da babasını bulmak umuduyla Liverpool’dan New Jersey’e gelen genç denizci Jude (Jim Sturgess) ile Amerikalı Lucy’nin (Evan Rachel Wood) kesişen hikâyelerini, Beatles şarkıları eşliğinde görselleştiren bir müzikal…. “Girl”, “Hold me Tight” şarkılarıyla başlayan film, “Across the Universe”, “Hey, Jude” ve “Lucy in the Sky with Diamonds”a kadar uzanıyor. 1968’in ruhunu Beatles şarkıları ve video klip estetiğiyle anlatan seyri keyifli bir film. Yönetmen koltuğunda, tiyatro sahnelerindeki müzikal tecrübesini sağlam bir video klip estetiğiyle birleştiren Julie Taymor oturuyor.
8- KIRMIZI DEĞİRMEN (2001)
(Moulin Rouge!)
1900 yılında Paris’in bohem hayatına karışmak isteyen genç İngiliz yazar (Ewan McGregor), gece kulübü yıldızı Satine’e (Nicole Kidman) âşık olur. Dönemin bohem kültürü üzerine düşündüren gösterişli bir müzikal… Eğlenceli bir tonda başlayan filmin giderek melodrama kaydığını belirtelim. Avustralyalı yönetmen Baz Luhrmann’ın bir tür yabancılaştırma efekti gibi kullandığı şarkıların özelliği, öykünün geçtiği dönemden çok sonra bestelenmiş ve farklı bir biçimde yorumlanmış olmaları… Elton John’un ‘Your Song’ ya da Sting’in tango olarak yorumlanan “Roxanne” şarkıları gibi…
9- HERKES SENİ SEVİYORUM DER (1996)
(Everyone Says I Love You)
Manhattan’da yaşayan üst orta sınıf bir ailenin ve çevresindeki insanların hikâyeleri… Farklı kuşakları, farklı arayışları konu alan film, birçok karakteri ve yan öyküyü bir araya getiriyor. Woody Allen filmde Paris’te yaşayan ve sevgilisi tarafından terk edildikten sonra New York’a gelen bir yazarı canlandırıyor. Filmde “Woody Allen sineması” deyince aklımıza gelen aşk, tutku, hayal kırıklığı, ölüm korkusu, intihar eğilimi gibi birçok tanıdık unsur var. Yeni olan ise filmin müzikal olarak tasarlanması; karakterlerin klasik Hollywood müzikallerinden şarkılar söylemesi… En farklı yanı ise Woody Allen’ın oyuncularından profesyonel müzikal performansı almak yerine onların doğal halini yakalamak için çaba göstermesi… O yüzden müzikal performans konusunda iddiasız olan oyuncular uzun provalar yapmadan, detone olmaktan korkmadan söylüyorlar şarkılarını. Çünkü Allen için önemli olan duygular… Filmde Drew Barrymore hariç tüm oyuncuların kendi şarkılarını söylediklerini belirtelim.
10- CAZCI KARDEŞLER (1980)
(The Blues Brothers)
Sadece üç filmde oynamalarına rağmen unutulmaz bir ikili olmayı başaran Dan Aykroyd – John Belushi’nin kült haline gelmiş aksiyon komedisi, büyüdükleri yetimhaneyi kurtarmaya çalışan iki kardeşin hikâyesini anlatır. Ellerinden gelebilecek tek şey bir konser vermektir. Önce biraz para kazanıp, orkestrayı toplamaya, sonra da bilet satmaya çalışırlar. Ama tüm bu süre içinde işler yolunda gitmez, peşlerine düşenlerin sayısı giderek artar. Konser salonu, polis dahil peşlerine düşen herkesin buluşma noktası olacaktır. John Landis’in yönettiği film, matrak otomobil takip ve müzikal sahneleriyle hatırlanır.
Haber Kaynak : HABERTURK.COM
“Yayınlanan tüm haber ve diğer içerikler ile ilgili olarak yasal bildirimlerinizi bize iletişim sayfası üzerinden iletiniz. En kısa süre içerisinde bildirimlerinize geri dönüş sağlanılacaktır.”
GÜNDEM
30 Aralık 2024SPOR
30 Aralık 2024GÜNDEM
30 Aralık 2024SPOR
30 Aralık 2024SPOR
30 Aralık 2024GÜNDEM
30 Aralık 2024GÜNDEM
30 Aralık 2024